27 Aralık 2012 Perşembe

etrafına bak

Belkide bir hiç içindir her şey, belkide herşey içindir. Varoluş sebebinin dua etmek olduğu gibi dönüşü olmayan yolda dönüşüp, dönüp duruyorsun. Bir çimento gibi, katılaştırmaz, ölmene izin vermez dış güçler, donmak üzeresindir bir çığ yığınının arasında ve ölmemen için uyumaman gibidir, yaşamın sunduklarını yemek istmezsin, tatmak istemezsin ama zorlar seni bedenin, acıkınca yemek, üzülünce ağlamak, ağırlaşınca uyumak istersin.Hepsi dışardandır, içinde yaşadığın dünya kendi kurallarını koymak istesede o renk tonlarına bakmaya doyamadığın ama bir o kadar acımasız sarmaşıklar sarmıştır tüm vücudunu, her yerini, en ince damarlarına kadar, hani günahsız doğar ya insanlar ilk nefeste kokusunu bile aldığın kokuları bile onlar bilip veya bilemeden ciğerlerine tattırırlar. O andan itibaren kirlenmeye, kirletilmeye başlamışsındır. 
İlerde senin kararın sen bilirsin deseler bile bilirsin ki yönlendirilmişsindir aslında evren tarafından. 
Allah'ın alternatif bir planı var derler ya işte o asıl plandır ve eşşek gibi yaşamak zorunda olduğundur.
Planlar yapma sen, sökme kimsenin ciğerini, sakin ol, durmadan yol al ama nefes al tüken zaten tüketiliyorsun.  

26 Aralık 2012 Çarşamba

sakin ol

Sedefli, yumuşak renkli, kaygan bir inci istrityesinin içindeyim. Koşuyorum, koşmaktan yorulmuyorum bazen an geliyor yorulmuyorum, yorulmadığıma şaşırıyorum. Ayaklarımın altı yapış yapış olmasına rağmen hiç kötü hissetmiyorum çünkü istrityeden çıkınca zaten onlar olmayacaklar. Gerginim, yorgunum, tüm vücudum sızım sızım sızlıyor. Nefes almakta zorlanırken bir anda yığılıveriyorum o yumuşacık beyaz etin üzerine. Hani derler ya denizden babam çıksa bile yerim, sanırım bu yoğun, keskin ölü balık gibi burnumu delip geçen kokudan sonra bir daha denize bile girebilir miyim bilmiyorum. İçerisi karanlık zannediyorsunuz değil mi...Değil içerisi apaydınlık hatta kutuplardaki ışık hüzmeleri dolu içerisi. Sanırım denizin içinde değilim bu yüzden boğulmadım ve yine sanırım kumun üstündeyim çünkü dışarıdan sesler geliyor bazen ama boğuk. İstridyenin ağzı tırnak kadar açık ve oradan ışık ve hava alıyorum, dışarıdan ağaç kokularını alabiliyorum çünkü o kadar balık kokusundan sonra algım seçiveriyor farklı olanı, süper ya...Ağaç kokusunu özlemek ve onu algıladığı için mutlu olmak, burnum iyi ki varsın demek, ki 5dk önce neden burnum var diye debelenirken.
Koşmaya başlıyorum tekrar tekrar, o kadar büyük ki, sonra ayağım kayıp düşüyorum ama göğüsüm ve tüm vücudumu yönlendirerek kaymaya başlıyorum, uçuyorum sanki, karnım gıdıklanıyor, hoşuma gidiyor, gülüyorum. Bir anda yamuk yumuk kendimi görüyorum karşımda, korkuyorum, geri dönmek istiyorum ama bana doğru kayıyorum.Tırnaklarımı o kaygan ete batırmaya çalışıyorum, olmuyor, baldırlarım ve bacaklarımla başka yöne dönmeye çalışıyorum fazla bir işe yaramıyor. Gözlerimi açtığımda sanki evimdeyim ve annemin, yatmadan önce süt getirmesini bekliyormuş gibi bir hisle uyanıyorum. Karabasan gibi bir şey var üstümde doğrulamıyorum, istediğim kadar nefes alamıyorum. Anne diye bağırmaya çalışıyorum, ses tellerim izin vermiyor, komutlarım beynimden bedenime akmıyor. Yansımamı tekrar farkediyorum bu sefer suratımda çizgiler var. Boynumu kaldırıyorum yansımama el uzatabiliyorum sadece ve bir anda elimi kayaya çarpmış gibi kemiklerimi acıtan bir acıyla irkiliyorum. O benim yansımam. Kocaman devasa pembe bir inci, mükemmeliğe yakın bir yuvarlak ve benim yansımam. Başımda kan var ve bir anda vurgun gibi sağ kulağımın arkasından giren o eşsiz ağrı. Nefesim kesiliyor. Ses duymaya başlıyorum boğuk ama sanki bir anda sarfediliyor. 'Sakin ol. Bende burdayım' diye.

24 Aralık 2012 Pazartesi

Dün çok ilginç bir rüya gördüm



 Hayırdır inşallah gündüz niyetine diyeylim
böyle ormanlık bir yerdeyiz bi kaç kişi
kimler bilmiyorum
ormanda hafif yağmur yağmış nemli
ılık ama
yapraklar falan var
sonra bi böyle minik bi tümseğin üstünde oturuyoruz
ağaçlara bakıyoruz
ağaçların içinden bir ışık çıkıyor
pasparlak
Allah Allah bu ne böyle diyoruz ışık daha da büyüyor
sonra bembeyaz giyili orta yaşlarda bi amca oluveriyor
başlıyoruz konuşmaya böyle gri uzun sakalı var
nerdensin sen amca diyorum
ben ölüyüm diyor
yoo diyorum bayya yaşıyorsun
yok ölüyüm ama arada kaldım diyor
ben şanslıydım diyor
olur mu öyle şey ya diyorum
arada kalmakmış
Allah görüyordur seni diyorum
görsüün diyor
nasıl yani ya diyorum öldün nooldu sonra
walla öldüm diyor sonra beyaz biyere geldim orda renkli şişeler vardı
içmemi söylediler bende içmedim diyor
ne vardı şişelerde diyorum
unutkanlık ilacı diyor
eee diyorum cennet cehennem yok mu diyorum senin hiç günahın sevabın yok muydu diyorum
cennet cehennem hepsi yalan diyor
hepsi fasa fiso
ölüyorsun o şişeleri kafana diktiriyorlar herşeyi unutuyorsun
ee ne bekliyor peki unutanlar diyorum
herkesin bitmesini diyor
sen niye bu kadar merak ediyorsun ki diyor bana
 ne ölesin mi var unutasın mı var diyor
bana
yooo
diyorum ama hiç böyle düşünmemeiştim diyorum
gülüyor
herkes herkesi bekliyor unutuyor
diye adamın gülmesiyle benim şaşkın suratımla 
hee bi de diyorum peki dinler var müslümanlık var hristiyanlık var diyorum
adam diyor ki yaşayanlar akıllı olsunlar fazla taşkınlık çıkartmasınlar diye diyor yoksa hepsi yalan diyor
şaşıkına  dönüyorum o şaşkınlıkla uyanıyorum :)


10 Mayıs 2011 Salı




farketmeyenler için...




bu dünya senin değil....
bu beden senin değil...
bu ruh senin değil...
sen hiçbir şeysin arkadaş...
farkına var ya da varma...
kimsenin umrunda değil...





5 Ağustos 2012 Pazar

20 Aralık 2012 Perşembe

genel geçer

Uzun bir yoldayım, asfalt hafif ıslak henüz yağmur yağmış, serinlik var, mevsim yaz, etraf mis gibi o herkesin sevdiği, içine çeke çeke nefes alınan koku. Islak çamur kokusu, kokladıkça çıplak ayakla o çamura bata çıka, üstünde yağmur damlaları yağarken yürünen o yaz havası, serinlik havasındayım. Aslını söylemek gerekirse nereye gittiğimi biliyorum ama önüme neler çıkacağını ne zaman varacağımı bilmiyorum. Bilmek istediğimi bilmek beni rahatlatıyor. Haritama bakmama gerek yok belki ama kendimi sağlama almayı severim. 
Yolda yalnızım, çoğalmaya gidiyorum. 

Yanımdan tırlar geçiyor, meraklı aileler, yalnız insanlar, yol kenarındaki satıcı çocuklar, bıyıklı amcalar, göller, ırmaklar yani yaşama ve yaşanmışlığa dayanan ne varsa akıp gidiyor yanımdan, önümde dağlar ardındaki güneş, mis gibi gözlerimi alıyor ama onun verdiği burun gıdıklamasıyla hapşırı veriyorum.


Hapşırıyorum sanki içimde ne varsa tükürüyorum bu hayatın içine, içimden, içine, hayatla bir olmak. Öleceğini bile bile yaşamak, yaşamında öleceğini bile bile onu tüketmek dolayısıyla mutlu olabilmeyi başarmak, hüznün tadına varmak, sevdiklerini kaybetmek, yıpranmak ve yaşlanmak bazende yaşlanmadan ölmek.


12 Aralık 2012 Çarşamba

Farkın ne ki senin?

Pıt diye düştüğüm toprakta hiç beğenmediğim ve beğenmekte zorlandığım bir hayattayım. İnsanlar denilen yaratıklar çevremde, küçüklü, büyüklü, durmadan konuşuma denilen, yüzlerinin ortasındaki koca delikten, beni çıldırtırcasına garip dalgalar gönderiyorlar. 

Nedeni bilmediğim rüzgarlar, nedensiz açan çiçekler var, tutmaya çalıştığım uçan yaratıklar, ayaklarımı gıdıklayan yeşil çimenler, sebepli sebepsiz insanların göz yaşları var.İnsanların hepsinin kalbi kırık, kiminin elindeki oyuncağı kırıldı diye, kimi istediğini alamadı diye, kimine söylenen bir laftan, kiminin sevdiği terk etti diye, kimi hayatta yalnızlık çekiyor diye. 

Herkesin ayrı ayrı görünmez duvarları, görünmez kanlı elleri, görünmez hüzünleri var ve her güldükten sonra hüzünlerini hatırlayıp , gülücüklerinin yüzlerinde solduğunu görüyorum. Nedeni burada olmak zorunda oluşları. Bunları tatmak zorunda oluşları ve buna alıştırmışlar kendilerini. Aslında herkes farklı ama bir o kadar aynı. Bende aralarına karıştım, onlardan biri oldum belki bende ölebilirim, belki kimse beni tanımayabilir, belkide çok konuşulunurum kim bilir fakat tek bildiğim bir şey var, eğer bir kez hayata katılmayı göze alırsan seninde kalbin kırılmak zorunda, o göz yaşı sıvısı senden de akmak zorunda, o ağızdaki koca delikten sende garip dalgalar çıkarmak zorundasın, seninde duvarların olmalı, sende seni bir şekilde nedensiz saklamalısın.

Aşk, sevmek, bir olmak çok güzel dendi. Bunu duyduğum insanlar ayak gıdıklayan karıncaların bütün organlarında gezdiğini, katman katman olan lav ateşlerinin bütün iç organlarını hiç donmayackmışcasına üst üste dalga dalga gelip yaktığını, hatta üstüne çığ düşse sırf aşık olduğun, için yandığı için donma tehlikesinden bile kurtulabileceğini söylemişlerdi, koccaman gülerek. Çok hoşuma gitmişti bu düşünce, insanlar aşık olduklarında sıcak olurlar, üzgün olduklarında da sulu, garip bir anlayış aslında üşümeleri gerek değil mi? İnsanları anlamak başlı başına garip bir şey zaten.

 Ben bu dünyaya ne olarak geleyim? Erkek olup mu geleyim, yakıp yıkayım, vurup kırayım ama şefkatli olayım, merhametli olayım yoksa kadın mı olayım hırslı olayım, güzel olayım, anaç olayım, en çok kalbi kırılan olayım ve en kalın duvarlara sahip olayım. 

Ayrı bir şey daha var bahsetmek istediğim, güven diye bir şey, görünmüyor - bu insanlarda aynı ben gibi aslında, onlar görünüyor ama görünmeyen, onları çepeçevre saran ayrı bir dünyada yaşıyorlar- güven hissediliyor.Tarif edildiğine göre insan güven duyduğu kişiye duvarlarının bir kısmının kapılarını açabiliyormuş, ona gizli saklı sırlar verebiliyormuş ve güven sarsıldığında ki bu insandan insana değişiyor o zaman sarsanın vay haline. Güven duymak için yıllar geçmesine gerek varmış bazen, bazende yeni tanıdığınsa ve güven duymak istersen onun iki çift sözü de yetermiş. Peki bu sınır neymiş onu daha araştırmaktayım. Farkı ne ki bu ikisinin? İnsanlardan bunu öğrenmeliyim ama nasıl?