24 Aralık 2013 Salı

Eşsiz Masal



Kifayetsizle başladığım hayata bir anlam katmaya çalışma çabalarım devam etmekte. Yol aldığım kilometreler kimilerine göre özgürlük kimilerine göre huzur arayışımın bir parçası. Öyle büyük şahsi ve çevresel bir güce ve kitleye sahibim ki herhangi bir insana hayatımı verseler yoğunluğundan küt diye düşer bayılır.


Bazen o tatlı dilli güler yüzlü kız bir anda engereğe dönüşebilir. Bu dönüşüm o kadar ani olur ki karşıdaki kitle de nereden geldiklerini şaşırabilir. Laf olsun da kendimi öveyim veya yereğim diye değil bu cümleler bende herkes gibiyim.


Kulağımda çınlayan dış sesleri dinlerim çünkü herşeyin Allah'ın bir işareti olarak görürüm. Bir ses duydum geçenlerde o kadar güçlü geldi ki kulağıma beni kilometrelerce uzağa sürükleyebildi. Kimdi, neydi, nasıldı hiçbir fikrim yoktu. Tek varolan ben ve sesti. Öyle ki baksam belki de hayatın aşkı olacaktı ama dönmedim ve bakmadım. Sadece sesten gelen mesajı uyguladım.


Ne diyordu ve mesaj neydi bana kalsın ama o ses beni buldu desem? Kilometrelerce öteden, binlerce anının, insanın arasından yine kendini belli etti ve peşimi bırakmadı desem ne dersin arkadaş? Verilen mesaj o kadar etkiledi ki beni nerden geldiğimi, ne yaptığımı şaşırdım değerinden. Değer verilesi ve şans verilesi gereken biridir belki. Hala ulaşmaya çalışıyor, bazen yakaladığını zannediyor ama benim onun her anını didik didik sentezlediğimi bilmiyor.


Belki de bunların hepsi eşsiz bir masaldır ve ben bu masalda yaşamak isterim. Rollerin kendince ònemi farklı ve büyüklü küçüklü olabilir ama ben şu anda sadece etrafa bakan bir ağacım sahnenin tam ortasında. Dallarıyala, yapraklarıyla sahneyi üç yüz altmış derece izleyenim. Biri gölgemde serinlemek için gövdeme yaslandı. Ya sıkılıp gidecek ya acıkıp meyve yiyecek ya dalımdaki yılan boynuna dolanacak ya da işte tam burda masal başlar ama nasıl?



28 Kasım 2013 Perşembe

Anadan Üryan

Kendi kendine dialoglarla geçiyor tüm zaman.. Bir daha öyle demeyeceğim, bir daha şunu yapmayacağım, bir daha kendimi düşüneceğim, bir daha asla demeyeceğim, kararımın arkasında durup güzellikler için dualar edeceğim, dua değil belki de hayal kurup gerçekleştireceğim diye ne laflar ederim ben hep kendime, sen kendine edersin. Ne gecesi vardır, ne gündüzü ne de dakikası vardır dileklerin ve temennilerin.

 Yalnızsındır diye tekrar tekrar konuştuğun sen, aslında hiç yalnız değilsindir. Binlerce ruh ve enerjinle gezersin aurandaki renklerle. Tek bir dileğim vardı hep kendimi kötü hissetiğimde niyette bulunduğum. Yeni baştan yaşayabilirsin, yapabilirsin, savaşabilirsin dileğiydi bu. Ama hiç aklıma gelmedi yeni baştan başlamanın bu kadar meşşakatli olabileceği, bana bu kadar zor gelebileceği tek kişilik yatağın, minik bir odada kendinle kalmanın, yeni insanlara kendini anlatmanın bu kadar ağır gelebileceğini, üçüncü kez yeniden başlarken hissediyorum. Ne zaman ki durdum ve kendime bakmam gereken bir kitap okudum o zaman anladım benim göz bebeğimin bana hiç yalan söylemediğini. Ne keşfedilmesi gereken kömürlerin içindeki bir pırlantaydım, ne de bir peri, büyüsüyle dünyayı değiştirecek; ben o kadar sade ama o kadar zenginlik içerisindeydim ki ellerimdeki akışkan hayatın farkında değildim, ölüyordum. Günlerim geçiyor ve ölüyordum. Peki dedim kendime, nerede duracağını biliyor musun, neler yapabileceğini, sükunetinin zamanı geldi mi diye sordum beni bana. Hayır dedi gözlerim, daha sükunet vakti değil, hala koşma zamanı devam ediyor. Kendini buldun şimdi hayatta kendi parçalarını kalıcı şekilde bulma zamanı. Zamanın savurduğu bir çocuk değil, her şeyin farkında olan olgunumsu sensin artık dedi ben bana. 


Simlerin havada pırıl pırıl uçuştuğu çok güzel bir yoldayım. Anılar denilen şeyler tekrar baştan yazılmaz ama yeniden üstüne daha güzel anılar yaşanabilir son gidilen mekanlarda. Ne istersen, ister mutlu ol herkesle, ister özel ol tek başına fark etmeyecektir zaman, sen farkedeceksindir ve gerektiği gibi olacaktır anıların.


Rüzgarın savurduğu, ateşlerin kavuramadığı, yağmurların eritemediği, soğukların donduramadığı oldum hep. Bu kural bende hep vardı, ben hep kaçabildiğim kadar kaçtım stresten, hüzünden, laftan, korkulandan..Ne çok mutlu olduğum yerde kalabildim bozulur diye kaçtığım ne de kendimi göz yaşlarımla boğulduğum yerde bekledim. Ben hep devam ettim ve devam edeceğim, benim nefes aldığım hayatta. Yeni macera peşinde değilim, hak edilen şeyin peşinde de olmadım acizler gibi. 

En sevdiğim neydi biliyor musun arkadaş, en sevdiğim dileğimin saflığı ve kendine olan öz güvendi. Yeniden başlamak, anadan üryan, kimsenin belki göze alamadığı riskleri göze almaktı. 


Göz bebeklerim yalan söylemedi hiç bana, başkaları kadar da bayağı da değil, bendi ve bana hep beni sevdiğini söyledi hemde ölene kadar..

15 Mayıs 2013 Çarşamba

gel tut elimden

1-2-3-4 ileri gider gider sayılar. İster ileri say ister geri say zaman tik tak ileri gitmeye devam eder. Sen sonsuz sayılarına devam ederken, dilinin hiç daha önce sarf etmediği rakamları sayarken bir bakarsın günler, haftalar, aylar geçmiş. Peki elinde ne var saydığın sayılardan başka? Bir hiç. 

Bir koca şişe suyu kana kana içerisin, güneşin tam tepede olduğu, sıcaktan kavrulduğun, içinin kuruduğu anda ya da çok konuşmaktan ağzım dilim kurudu dersin kana kana koca bir bardak suyu içersin. Daha çok su, daha çok yudum, içtikçe doyarsın, doydukça susuzluk hissin geçer, doyduğunda yavaş yavaş suyun yağsı tadını almaya başlarsın, yutkunamazsın, fazla gelir her damlası, miden bulanır. Zorlasan kendini içsen de zevk alamasın artık, bitmiştir tüm isteğin. Elini kolunu bağlasalar, ağzına bir huni koyup suya devam etseler, Çin işkencesine döner tüm ortam. Loş odada ellerin bağlıdır. Çırpınırsın, ses çıkartamazsın, hareket etsen, edemezsin. Sular geldikçe gözlerinden yaşlar gelir zorlanmadan, korkarsın, korktuğundan yutkunursun, miden çatlarcasına ağrımaya başlar, sonunda öleceğim, başka kaçış yok diye salıverirsin kendini, sular geldikçe. O susuzluk tadını veren ferahlık hissi, mutluluk hissi, iyi ki su var ve ben bunu içebiliyorum diye şükrettiğin her şeye lanet okursun öleceksin diye. Fazla, fazla daha fazla, gözlerin kararır, miden patlar, öksürmeye başlarken nefes boruna girip çıkamayan su seni öldürür, boğarak, hiç acımadan.


Hiç bir şey yapmasan da ihtiyaçların için yaşarsın. İhtiyaçların ne olursa olsun su içmek, para kazanmak, yemek yemek, tatil yapmak, yürümek, konuşmak, ağlamak, nefret etmek bile bir ihtiyaçtır ama hepsinin bir sınırı vardır. Sınır suyun kaynama noktasındaki kendini salıverip buharlaşmasıdır, su kalmayınca altındaki ateşten kulbunu dahi eriten cezveye dönersin. Her şey yok olur, kötü olur, bozulur doyumdan sonra. 

Hiç bir şeye çok doymamak lazım, her şeyin tadının damağımızda kalması lazım, bu benim düşüncem kim ne derse desin. Zorlamamak, boğulmamak lazım. Zorlanınca, zorla oldurunca hiç bir şey istediğimiz gibi olmaz. Benim istediğim gibi olmaz. 

Durabilmek, dur diyebilmek lazım o ilerleyen zamana. O inatla devam edecektir, dünya dönmeye, yaşamlar sürülmeye devam edecektir. Senin yapabileceğin tek şey var zamana karşı. O da onunla iyi geçinip ona yön vermek. Dikine gitme zaman demelisin, bir de bu taraftan gidelim demelisin elini tutup. Bak çok zorlandık, çok yorulduk, gel tut elimden benimle ol, yaşım geçiyor, öleceğiz biz, sen ölmeyeceksin demeliyiz. Bu hayat benimse sana yön verebilmeyi diliyorum de zamana. O, o kadar yüce ki senin uysallığını dinleyecek ve sana her şeyin uygun zamanını gösterecektir.

O huniyi alıp, insanlar deli bile deseler başına takıp gezeceksin. Zamanla eğleneceksin, güleceksin yoksa seni zorla öldürür.

24 Nisan 2013 Çarşamba

tek kurşun

Ojeler var tırnaklarımda her renk, ne istersem o renk, istersem bir hiç renk. Parmaklarımda yüzüklerim var ama yüzük parmağıma küsler, olmamaları gereken yerdeler. İşaretlerimin birinde EVET birinde yılan var, kıvırmış, bedenini dolamış işaretime karşılık hayır der gibi, baş parmağımda HAYIR var, hayırın hayır olabileceğini, hayırda bir hayır olabileceğini unutmayayım diye var. 

Üstümde muskalar, dilimde dualar var, sen mi olacaksın, başkası mı olacak diye değil içim huzursuzluğundan arınsın diye varlar. Bu huzur denilen şey çok acımasız, ellerimden kayan, nereden geldiğimi şaşırtan bir balık gibi, kuş gibi bir şey var ama yok. Varlığını olmasını istediğim sen gibi ama yok da gibi. 

Ben bir Rio Karnavalındaydım, bir Domates Festivalindeydim, bir Luna Parktaydım, ışıl ışıl, bir konfetilerin havada uçuştuğu, ejderhaların etrafta dolandığı, kırmızı yelpazelerin güzel çekik gözlü kızların dans ahengiyle süslenmiş bir festivaldeydim, çoşkuyla el çırpan, yağmur yağsa canım sıkılmaz, el çırparak devam ederdim eğlenceye, rüzgar çıksa eteklerimi dönürürdüm çoşkuyla, kahkahalarımla ama... ama ta ki ben tek kurşununla vurulana dek, her şey benim için donana dek, her şey bana dönene dek...

Bugün bir amcayla konuştum dedi ki sen tipine göre başkalarına akıl verecek yaşı çok geçmişsin. Sen artık bitmişsin, sen artık yardım edebilirsin, tavsiye verebilirsin. Baktım şöyle, anlam veremedim sonra baktım kendime parmaklarımdaki yüzüklerime, tırnaklarıma, dik oturuşuma, pür dikkat kelimeleri anlamak için açtığım kulaklarıma ve dedim ki kendime demek ki insan yaşayabildiğinin doruk noktasındayken böyle oluyor, kendini kırılmalara karşı kalkanlıyor, acılarını hatırlamak için materyalist şeyler kullanıyor bazende doğa üstü güçlere baş vuruyor. Ben her şeyi denemişim, huzurumu bulmak için. Elimden kaçan balığın o avucuma batan dikeniyle idare ediyorum  beni götürebildiği yere kadar. 


Kalp ve beyin ayrı yumurta ikizleri biliyor musun. Aslında melek sağda, şeytan da solda değil. Melek kalpte, şeytan beyinde. Kalbin hep yumuşak, hep olumlu, hep güler çocuklar gibi, elmalı şekerler yer, kıpkırmızı rengi, zıplar, trambolindeki çocuklar gibi. Öyle bir baktırır ki kalp gülesin gelir içinden.Beyin rengi kadar soğuk, kıvrımları kadar çok ihtimal düşünür o küçük çocuk korunsun, kırılmasın diye, ciddidir, kısık gözlü, sinsi bir şeytandır. İkizini canı pahasına koruyan, bağlılık gösterendir. Bazen kalbin çırpınışlarına akıl sır erdirmez ve canına bile tak eder, bitkisel hayata geçer, kalp şımararak atar ama çığlıklar atarak ağlar, çok yalnızım diye, mutsuzum, korunmasızım diye. O kalbe atılan tek kurşun yeter her ikisininde ölmesine, sonsuza dek beraber yaşamalarına ve aradıkları huzuru bulmalarına. Oysa ki o tek kurşunu atan aşksa eğer azap daha yeni başlar belki kim bilir?













10 Nisan 2013 Çarşamba

barkod

Damarlarımda kanlar dolanır, görsem midem bulanır ama beni onlar yaşatır. Devinimi vardır, bir ırmak, bir deniz olurlar, birikirler bazen, bazen pompalanır hızlanırlar, dökülür, akarlar, çağlarlar içimde sessiz sedasız. Tenim korumasında sağlıklıdır. Her şey birbirine benzer doğada yapraktaki damarlar bendekilere, tüm kıvrımlar hatta depremlerin çatlakları, volkanların patlaması, samanyolunun bile birleşik çıkış noktası belli olmayan ama birbirine bağımlı bir harmonisi vardır. 

Yürünen yollar, bakılan, görülen nesneler, tadılan yiyecekler, koklanan karşımlar hepsi hissedilir. Beş duyu denir ya hiç biri olmazsa hissedersin, için titrer belki bir kokuda, belki bir tatta, belki bir nesnede ne olacağı belli değildir, birinin sesi benzetilir, birinin bakışı, birinin gülüşü. Yıldızlar akar içinde o koca beden atmosferinde. Yalnızlığını giderir birden, umutlandırır, güldürür. Ben seni her düşündüğümde gülüyorum ama öyle değil, hani bir pamuklu şeker alırsın ya bir luna parkta, onun pembesi kadar yumuşak, görsen beni seninde için gider gülüşüme. Oradan yanaklarıma kanlar pompalanır, oradan kalp der ki ilk hedef sağ sonra sol yanaaağaa marşş!! Gözleeeerr!! Hizayaa gel kıt'a dur! Parlaaaa!! 

İşte bu mutluluk hissi eritir beni hep. Kara topraklar, susuzluk, çatlaklar, kavuran sıcaklar, sessiz haykırışlar hep sen gittiğin için. Anesteziden çıkamayan hasta gibi hep başım dönüyor, hep sesler uğultulu, hep gözlerim bulanık, hep burnumda kan kokuları, kanım donmuş, ellerim buz gibi, koşuyorum bilmediğim bir hastahanenin, bilmediğim bir koridorunda. Bileklerimde barkodlar, senin kaçıncı hastanım ben? 

29 Mart 2013 Cuma

şövalye

Öyle büyük ki büyükler, koccamanlar. Aklımda binlerce kelime. Bitmemiş cümleler, hep sensin yazılarda, okunuşlarda, bakışlarda, doğum sancısı çekiyor tüm duygular. Günde bir kaç sefer aynaya bakıyorum, yakınlaşıyorum, yakınlaşıyorum ta ki göz bebeklerimin içindeki dağları, tepeleri görene kadar, kahverengi tonlar, yeşil de var biliyor musun? Sen görebilmiş miydin renklerimi? Bana ne kadar yakın baktın uzakken? Şu anda uçan balonlar kadar uzaksın bana, kilometrelerce, bulutlarla oynaşıyorsun, rüzgar savuruyor seni, bazen bana bakıyorsun, bende sana, içimiz gidiyor gene. Farkında mısın tekrar döneceksin bana, tekrar avuçlarımın içinde olacaksın, tekrar senin kalbinin en güzel köşesinde olacağım sevgili.


Seninle bir yerdeyiz rüyamda bir dolu yabancı var etrafta, yemyeşil bir yılan var bir adamın elinde, pırıl pırıl parlıyor.Upuzun dili yüzümde tıslıyor. Adam bana bakıyor elini tutuyorum senin, diyor ki SEN! Kurtaracaksın!, yeşil yılanı alıyor, kuyruğunu kesiyor avuç kadar bir parça sonra düzleştiriyor, etin ortasından bir delik açıyor bana uzatıyor. Sana bakıyorum ben, sen donmuş bana bakıyorsun, adam diyor ki al bunu denizde boğulacaksın -sen elinden tuttuğunu kurtaracaksın diyor. Sen varsın diye korkmuyorum alıyorum elime o yeşil eti, bak diyorum sana, biz kurtulacakmışız. Sen bana dönüp hayır sen beni kurtaracakmışsın diyorsun. Bende sana,sen kendini kurtarırsan beni de kurtarırsın diyorum. Sen sadece bana baktın cevap vermedin, tepkisiz kaldın. Evet miydi, koca bir hayır mıydı, bu tepkide bir hayır, şer var mıydı bilemeden uyandım tavana baka baka.

Aldatılmak nedir bilirsin, aldatmak da nedir bilirsin, beni kelimelerinle aldattın sen..Biliyorum, farkındayım dönüp dolaşıp aynı yerdeyim, ne uzuyor cümlelerim, ne kısalıyor, tıkandım kaldım neden biliyor musun kapı yok ışığı görebileceğim. Sanki Alice Harikalar Diyarı, anahtar var kapı küçük, masa var, sandalye küçük hiç bir şey birbirine tam değil yoksa denk değil miyiz?


Bir ağaç olsaydım, çiçekler, meyveler, taze yapraklar verseydim, baharda yapraklarım dökülüp, kışın sıcak toprakta köklerim ısınırken dallarım rüzgarların, karların, fırtınaların kırılmayan şövalyesi olsaydı, sende benim içimdeki, benimle beslenen, beni yiyip bitiren ama sohbetine doyamadığım, içimi kemiren kurtçuk olsaydın. Mutlu mesut ama imkansızlığa doğru yaşasaydık ama ayrılmasaydık.


Ne bir balonsun, gök yüzünde uçup avuçlarıma düşecek, ne boğulduğunda kurtaracağım, elini tuttuğum sevgili,  ne dengiz seninle ama tek hikaye var gerçek olan..Ben bir ağacım yerinden  hiç kıpırdamayan, sen bir kurtçuksun içimi yiyip bitiren, beni kemiren, öldüren ama o kadar hoş sohbetsin ki vazgeçemiyorum senden. 






19 Mart 2013 Salı

beni ben istiyorum

Yedi yaşımdayken babam beni jimnastiğe göndermişti. Çivit mavisi mayolarımız vardı. Diğer kızlar benden çok büyüklerdi ve ben genellikle kenarda beklerdim, top toplardım, yastıkların üstünde zıplardım. O kum kokulu spor salonunun kokusu hala burnumda. Bazen esneme hareketleri yapardık, taklalar atardık, parandeler atardık, bazende ellerimizde çubuklu kurdelelerle havada şekiller çizerdik. O kadar güzeldi ki o kırmızı kurdelenin havadaki yumuşak dansı, tüm şekilleri izlerdim saniye saniye. Bazen minik minik baloncuklar yapardım bazende zigzaglar bazen ismimi yazmaya çalışırdım. Baş harfimi çok güzel yapardım ama. Neden sonra eğitmenimiz hamile kaldı ve Ankara'ya taşındı ve o son gündü benim için...mayom kenara atıldı, kurdelemle evde oynayacak alan çok dar olduğu için o da kenara atıldı sonra çöp oldu. Hala o mavi mayom benimle, artık küçücük ama yepyeni ilk günkü gibi içinde hayalleriyle eğlenen küçük kızın umutları gizli. 

Kaybettiğim çok eşya oldu benim. Nerede olduğunu bilemediğim, hoop arka cebimden çıkan bir miktar ama güzel bir miktar para, hoop kaybettiğim uğur küpelerim, hoop aylar önce kaybolan turkuaz renkli tshirtüm, hoop geçen sene kaybettiğim o kenarı dore topuklu ayakkabılarım. Aslında çok topluyumdur ben. Mesela evden çıkarken asla dağınık çıkamam çünkü illa ki bir misafirim gelir, gelmezse bile dağınık bir salona girmeyi sevmem hele ki kalmış bulaşıklı bir mutfak, toplanmamış bir yatak zaten benim için başlı başına bir uğursuzluktur ben öyle inanırım. O yatağımı toplamadığım zaman sanki bütün gün işlerim ters gidecek, darmadağınık olacakmış gibi gelir. Akşam olunca eğer yalnız yaşıyorsam o tütsü yakılacak, güzel müzikler çalacak ve asla televizyon açılmayacak. Yazsa eğer balkonda oturulacak, bir Türk kahvesi keyfiyle, etraf izlenilecek, yıldızlara bakılacak, o yıllardan beri hiç şekli değişmeyen yıldızlar bulunacak, dakikalarca boş boş onlara bakılacak. İşte buyum ben. Ben aslında yalnızlığı o kadar severim ki, dinginliği, huzuru. Huzur bulmak kendini dışarılara atmak değildir, benim için o balkondaki muhabbet dünyanın en büyük huzurudur. Hele ki yazsa mis gibi yaz kokar etraf, çim kokar, sıcak kokar, yaprak kokar, meltem kokar.

Neden unutamıyorum, aslında bu akıl neleri unuttu, ne kötü günler geçirdi, üzüntüden sağ kolum ve bacağım felç oluyordu, kalbim sıkışıyordu, yüzüm uyuşuyordu, o kadar üzüldü ki bu beden ben ölmek istemiyorum diye ağladı saatlerce bakıp kaldığı tavandaki kancaya, kim ne derse desin diye haykırarak bağırdım ben mutluyum siz isteğiniz gibi değil dünya, ben mutluyum diye bağırdım her şeye rağmen. Saatlerce o koltukta kıvrılmış solucan gibi ağladım, neden istenmiyorum diye, neden yalnızım diye, neden bunlar yaşanıyor diye. Sonra dedim ki kendime çünkü sen bunları yaşamalısın, bu da senin çizdiğin yol olmasa da, o kurdeleni salladığında olduğu gibi mutluluk dolu değil yaşam, eşyalarını kaybettiğin gibi kaybedebilirsin düşlediğin yaşamı, uçar gider dilek fenerleri gibi, gerçekleşmesi imkansız olduğu için fenere yüklediğin anlamlar gibi, sorumluluğu ona atman gibi. Hala yaşıyorum ve hala belki istenmiyorum ama ben beni istiyorum ve bu hayat ne kadar yıldırsa da beni, benim içimde hep baharlar var, göz yaşlarım nisan yağmurları gibi, hep yeşilim ben, çevrem sonbahar olsa da o kışı yaşamamak için hep direneceğim ben. Bir gün o kış geldiğinde, onu huzurla karşılayacağım, hoş geldin diye.




13 Mart 2013 Çarşamba

racon

Oturdum deniz kıyısına, uzattım ayaklarımı dalgalara karşı, köpük köpük, yosunlar var yeşil yeşil, pırıl pırıl parlayan zümrüt taşlar. Ufuk sonsuz, deniz sonsuz, rüzgarlar tuzlu bedenimi ısıtıyor. Etrafta kimse yok, sen benden başka..Peki sen nerdesin?

İstanbul öyle büyük ki ama o kadar küçük ki benim için..hatırlıyor musun sana soru sorarken önümdeki arabaya çarptım. O da önündekine çarptı zincirleme kaza oldu bi anda. Zincirleme, bir bağlam, zorla bile olsa bir bağ. Sonra o önümdeki arabanın sahibi olan sesi titrek çocuğun ifadesini aldıktan sonra, erkek çocuğu gibi zabıtımı tuttum ve onlarla daha fazla vakit harcayamayacağımı söyleyerek maille diğer bilgilerimi atacağımı söyleyip yoluma bakmıştım, kamyon şöforü edasıyla, hatırlıyor musun? Bazen gerçekten kendimden bile korkuyorum ben çünkü içimde herşeyi halletmeyi öğrenmiş bir ben var, kırılgan yanımın yanı sıra. Öyle ki tespih çeker o yürek, küfür de eder, hırçındır da, hakkını yedirtmez de, kendini ezdirmez de, bir o kadar tatlı dilli olup her işini kolaylıkla yapabilir de yani racon denilen kelimeyi de bilir. İşte İstanbul yaptı bana bunu. 

Sen ne öğrendin bu hayatta? En sevdiğim ne oldu biliyor musun. Seninle arabada giderken dedim ya sana ben koca İstanbul'a sığmadım, upuzun yollara sığamadım, şu küçücük memlekette, kalbine sığı verdim ve çok mutluyum dedim. Sen bana arkadaşım dedin, sus dedin, onu dedin, bunu dedin...
Portakal suyu makineleri vardı eskiden ki hala var bazı kafelerde, böyle portakalı ikiye bölüp yarısını aparatın içine yerleştirirsin sonra böyle elle çevrilen mengeneyi döndürdükçe diğer aparat portakalın üstüne biner ve tüm suyunu çıkartır. Hiç acımadan, tek amacı suyunu çıkartmaktır. Ben nereye baksam, ne hatırlasam sanki heryere o portakal sıkacağından koymuşlar gibi biri kalbimin suyunu çıkartıyor acımadan. Dayanılmayacak bir durum değil ama saçmalıyor bu beden, bu akıl...

Dünya diyemez oldum, aklım gider, bayılırım; bunlar nedir, kime ne ifade eder? Tuzlu fındık boğzımda takılıyor, her sabah kırmızı ışığa kadar gittiğim yolda, surata benzettiğim o dağda, tarlalarda sen varsın. Çok ilginç ya. Bana biri deney falan mı yaptı? Her dakika senden bahseden bu dudaklar, mühürlendi sanki, her saniye senin varlığın için gülen bu gözler donup kaldı, aldığım her soluğu yarım alayım seninle daha uzun yaşayım derken, şimdi bitip tükensin diye uğraşıyorum. 
Apartman girişini boyayacaktım hani, nasıl kandırıldım, nasıl inandırıldım yalnız o değil benimde inanasım mı varmış ne? O kadar dedim kendime yapma, olmaz diye ama bütün işaretler sen gibiydi..Sanırım Allah beni kandırdı. 

Beni bırakır mısın artık. Bende seni bırakmak istiyorum. Çuval çuval incirler geliyor, sen aklıma her geldiğinde.
Bak aklıma yine ne geldi elini bile tutturmazdın sen bana, ayıp olur diye bende niye böyle davranıyor derdim, varmış her şeyin bir sebebi değil mi arkadaşım. 

6 Mart 2013 Çarşamba

garez

Birlerce ışık içinde dururken, ben o sessizliğin içinde, kilometrelerce hızla uçup giden o fırtına etrafımda, içinde ben tekim, yalnızım, kim olabilirdi ki yanımda, hiç kimse ama bedenim o ağırlığı için bu dünyada durma sebebim, kendi bedenim ve ben. O olmasaydı belki hayat nedir bilemezdim, kavanozun içindeki ruhum ben özgürleşmeye eğilimli.

Biri tutar elinden sen binbir dua okursun ardından, o olsun diye, iki ayrı bedende tek ruh yaşayın diye. Tabaklar, çanaklar kırasın, yere daha hızlı ayaklarını basarsın, o yalnızken etrafında uçuşan fırtına, sana dokunmayan rüzgarlar burun deliklerinden girer ve içinde kopar, iç organlarını parçalarcasına döner durur, kıvrılır çünkü hiç bir sevgi sonsuz değildir, çok sevdiğin senden alınmak zorundadır, solmak zorundadır, ölmek zorundadır, kabulleneceksindir, doğası budur. Gitme dersin ve garezine gider.


Piyanolara basar müzisyenler, kemanın tellerine bastıra bastıra çalarlar o at kılı arşeyi, hırsla, şehvetle, acıyla içinden çıkan melodiler uçar gider fırtınada, baslar çalınır en yükseğinden, en yoğunundan, en derininden, sevgilinin teriyle karıştığın andaki o yoğunluk gibi, dünya durur gibi. Gidecektir ne yazık ki.




15 Şubat 2013 Cuma

arkadaş


Yanına yaklaştığındaki o çekici akım, o bitmesini istemediğin merak ve arzu, nefesinin endişeden değil ona dokunmak istemenden kesilmesi, öleyim artık, artık çok mutluyum dediğin andır. 

Düşünüpte söylemediğin ne çok şey var aslında, o dolmuştaki koca popolu teyzenin senden zorla yer istemesi , fazla besili olmasaydın, az yer kaplasaydın diye içinden geçer laflar ya da 1 hafta 10 gün sonra aklına gelir bir anda, keşke şöyle deseydim, böyle deseydim diye. Olan olmuş, geçen geçmiştir her şey. Bu sadece minik bir örnek, keşke birer makine olsak ve bir daha aynı şey başımıza geldiği anda kopyalayıp, yapıştırıverseydik laflarımızı yeri gelir gelmez. Biz insanız, hiç düşünmeden konuşuruz bazen utanırız bazende beynimiz donar ne diyeceğimizi bilmeden, seçemeden haklı olmamıza rağmen kelimeler boğazımızda tıkanır, göz yaşlarımız yerinde isyan çığlıkları atar ve  konuşurken suçlu durumuna düşeriz. 

Bazımızın kalbi, hani eskiden, çocukken püsküllü elbiseler giyerdik, saçak saçaktı, etrafımızda döndükçe onlar açılırdı, belimize bağlı saçlar gibiydi, işte bazılarının kalpleri öyle saçak saçak, etrafımızda dönmeye her çalıştığımızda artık neşe değil, endişe veriyor. Hatta bazen nasıl attığına bile şaşırıyoruz. Bu kadar yorgunluğuna rağmen hala heyecanlanabiliyor, hala aşık oldum diye çığlıklar atarken yeniden kırılıyor, parçalanıyor. 

Sevilmek, sevmek nedir bence biliyor musun, her gece uyurken yanındaki yastığı dikine yatırman, ona dönmen, iyi geceler demen, dua edip ikiniz için uyuya kalman. Başın döner ve bir anda o uçsuz bucaksız düşlerine dalarsın, sabah uyandığında, gözler tavana bakarken onu gördüm mü acaba rüyamda diyip bir umut hatırlamaya çalışırsın, sonra gün ışığının rahatsız edici ama bir o kadar yenilikçi gününe ayak basarsın, o günün gecesi tekrar gelecek ve bir umutla yeniden uyanacaksın diye günü beklersin.

Çünkü hiçbir şey istenildiği gibi değil, dilekler tutulduğu kadar; yaşaması kolay değil, insanlar; çocuklar kadar saf değil, dualar artık o kadar içten değil, yaş ilerledikçe hayatı yaşamak için daha da zorlanacaksın, zorlandıkça iletişimsizleşeceksin, huysuzlanacaksın ve yakın arkadaşların huyusuuuzz, geçimsiz bir yaşlı olmuş, gençken ne kadar güzeldi, yüzü kadar ruhu da güzeldi diyecekler belkide.

 Hata denirse yaşananlara ve bu hatalar içimizdeki güllerimizi tek tek koparırsa, avuçlarına dikenlerin batacağını bilsede koparan, bizim öleceğimizi bilerek mutlu olmasının, onun sadistliğinin, bizim saf güven duygumuzun eseridir. Ama hala kalbimiz atar, hep bir kelebek konar elimize, hep bir gün doğar içimizde, hala nefes alabiliyorsak ve ölmediysek ve hala gözlerimizi ayırıp ayırıp bu ne ya, ben ne yaşıyorum ya dediğimiz daha çok anımız olacak nefesimiz bitene kadar arkadaş.

13 Şubat 2013 Çarşamba

dönüşüm

Çizgilerden medet umdunuz mu hiç? Hani şu kağıda yazılanlardan, bize ifadeli gelen ama bir başkasının aynı anlamını bilmesine rağmen senin okurken mana çıkardığının tam farklı bir şekilde yorumladığından. Konuşurken yanlış anlaşılmak gibi, okurken de yanlış anlamak, çizgilere ifade yerleştirmeye çalışmak, genel geçer, hep ezberletilmiş çizgilerin, aynı anlamları fakat farklı yorumları.Çok basit bir kelimenin kaç anlamı olabilir bilinmez.  Senin anladığın ilk anlamıysa ve en kötüsü oysa, kırılmaması için uğraştığınız, japon yapıştırıcılara batırıp batırıp çıkarttığınız, mumyaladığınız, tutkalladığınız özene bezene yünlere sardığınız o kalbiniz görünmeyen ses dalgaları tarafından bir kırılır ki rüzgarlar bile şaşakalır. 


Çifte kavrulmuş fındıklı lokumu bilir misiniz? Böyle yersin, yersin susarsın ve su içip şişmeyim az daha yuvarlayım diye yumulduğunuz o lokumlar var ya işte benim hayatım aynen öyle...Gün yaşadıkça yaşayasın, tadından saatlerin geçmesin, zamanın dursun, o pudra şekerli yaşanan anılar ağzını yüzünü bembeyaz etsin ve paylaştıkça hayatın tadına doyulmasın. Çok eğlenceli, pek gülücüklü.

Biri bana dedi ki sen bu kadar mutlusun, umutlusun, gülücüklüsün neden saklanıyorsun bunların ardına? Nefessiz kaldım, hayat dondu, bana bakan sustu, yapraklar dondu, beynime giden komutlar durdu, laflarım yarım, gözümün ışıltısı gülücüğümüde yanına alıp beni terk edip gitti. Kalp atışlarım yavaşladı, soluk almayı unuttum, ben bana döndüm, dondum. Kendimle kaldım.


Donulur mu böyle, oynanılır mı böyle, olur mu bu kadar küçük bir cümlede büyük bir yerle bir ediş?


Ben herkes gibiyim zannederdim ama hayat o değilmiş....ne kadar acırsa canın o kadar çok sevgi dolu olmakmış bana göre, insanlar seni kırmasın diye onlara sevgiyle sarılmakmış, ne kadar kanatsa da, kanasanda sana kurulan cümlelerden kendi mananı kurmanmış, bir şekilde o kavrulmuş fındıklı lokumlu günler yaşamakmış.


7 Şubat 2013 Perşembe

ikilem

Hart diye bir elmayı ısırdım, hiç affetmeden, kocaman bir ısırık. Çiğnerken tadını düşündüm, böyle suyu ekşimsi, şekerli, kabuğu ince sert. Yutkundum, bir iki ısırık daha ve bitti. Herşeyin bizi yiyip, özümüzü çıkarıp, yutkunduğu gibi hayat. Kim bilecek o elmayı yediğimi, kim gördü, inkar etsem kendime, etmesem kendime.

Geçenlerde yalın ayak bir volkanın yanından yürüdüm, ateşi derimi yaktı, tabanlarım eridi, rüzgarı bile kirpiklerimi yaktı, kavurdu beni. Sonra rüyamda Cebelitarık'taydım, tam arada kalmıştım. Güzel yüzlü bir bir melek tuttu elimden beni kurtardı ikilemden. Hala yanımda o melek, karların üstünü örttüğü çiçekler gibiyim, sıcacık ve tazecik.


Benim için ne yaparsın kendin için? Hayatım olur musun, dünüm olur musun, gülüşlerim olur musun, şimdim olur musun, yediğim elmam, konuştuğum sözlerim, sarfettiğim nefesim, çünkülerim için nedenim, hayırlarım için evetim olur musun? Yapabilir miydin bana vadedilen ne varsa, bağırabilir miydin, kemiklerimi kırabilir miydin, nefretle bakabilir miydin, arkanı döner miydin, hiçmişim, hiç olmamışım, hiç yanında değilmişim gibi bana davranabilir miydin? Sana ne yapsam herkes hayran olsada sen uyuya kalsan, teşekkür edeceğine dudağının kenarıyla bunu sen mi yaptın diyip beni aşağı gören, hiçmişim gibi bakışların...Ahh o sonsuzluğa doğru bakan boş gözler, hiç sevilmedim o bebekler tarafından.


İçimde büyüttüğüm hiç olmayan bebeklerim var benim. Onları süsleyip püslediğim, umutlar yüklediğim.

22 Ocak 2013 Salı

Dört Yaprak

Her şey normal değil mi? Yani her şey olması gibi. Saçlarımın uzayıp gitmesi gibi, kestirsem de devamlı uzamaları gibi durmadan dünyanın dönmesi gibi, kişiliğime yeni kıyafetler almam gibi veya hayatıma dahil ettiklerimin tek kullanımlık otel terlikleri kadar ucuz ve kullandıktan sonra woouuww bunu eve götüreyim dediğin anda ucuzluktan yerdeki suda kayıp kıç üstü yere düşmen ve canının acıması gibi. Her şeye eş değer bişe bulunur bana göre, hepsi bizim için sonuçta sonsuzluk tadında, milyonlarca baharat çeşidi gibi, biraz ondan katarsan biraz bundan daha çok katarsan farklı bir tat veya tam tersi işte, farklı bir tat.


Neyse ya dediğim, kulak arkası ve göz ardı ettiğim o kadar çok şey var ki sırf insana dair diyorlar ya işte o yüzden. Madem insana dair herşey doğmayaydım yaaaa...Kocaman, suda yüzen balonlar var ya içine insan giren işte hepimiz onun içindeyiz...Dön dön aynı yer, etrafına ulaşamadığın, tırnaklayıp, yumrukladığın, bağırdığın saçma dünya..

Böyle ne istiyorum biliyor musunuz bir şey olsun ve ben herşeyi unutayım, sonsuzlukta kaybolayım,  matematikteki yutan eleman beni yutsun, uzaydaki kara deliğe doğru giden ama mötü yusuf yusuf atan bir astronot olayım ya da ne olacaksam olayım...


Dört yapraklı yonca var ya, hani şans getiren tüm çocukluğum boyunca ki takriben şimdiye kadar sürüyor bu çocukluk dönemi bir gelişemedim, üç tane buldum o yoncadan ama gel gör ki kaybettim ya da yok oldular..yıllar sonra yine buldum o beni istemedi, istedi ama istemedi aslında bende onun dört yapraklı yoncasıydım kendi beni farkedemedi. 


Way be son senelerim gerçekten bol atraksiyonlu geçti, 2009da başladığım bu acınası hayata hala devam ediyorum...Hani derler ya bu sene benim yılım arkadaş, kimse karışmasın diye. Hatta önce milli piyango ile başlar, amortiye bile kalsan kafayı yersin, işte ben o kadar normal bir insanım ve hayatımda da normal insanlar, normal anılar istiyorum desem de benim anormalim başkasının normali diye bakarsak sanırım bu duruma alışmam için bu konumdayım.


Dün seninle konuştum, hatta her gece konuşuyorum, çok uykum gelince unutuyorum seni ama sende ben ne zaman seninle konuşsam beni ağlatıyorsun Allah'ım ya. Boyuna bir ağlama eylemi içerisindeyim, e bir gol ver artık bizede ya..