11 Haziran 2014 Çarşamba

Yalnız

Bazen yaşlar boşanırdı gözlerimden çünkü içim yanardı, kalbimin her yeri alev alev, bin defa kırbaç yemiş gibi paramparça, göğüsümden bağrıma kış günü yanan şömine gibi dumansız, kor gibi. Aciz, titrek, yalvarırdım neler oldu sana diye? Zaman sonra kor kül oldu, yandı yanmadı ama unutmadı, unutulmayan taşlaştı ben oldu, duvar oldu, geçitsiz kale oldu. 


Hayır'lı hayrımsın, korkmuyorum artık uçmaktan, elimi tuttun uçurdun beni uçsuz bucaksız gökyüzünde, uzaya çıkartmadın, olduğun kadarı gösterdin olabildiğince. Ne yalan duydum ne de riya, hep tamamdın bana. Ben tamam olamadım, o kadar kırmak için uğraştım ki seni ne kadar çabalasam taşlaşmış bedenim sana zarar vermeye kalktığı her an sana dokunduğumda pamuğa döndüm, kıramadım, şaşırdım. Şaşırdıkça ilgimi çekti seninle olmak, seni tanımak, tanıdıkça Allah'a yakınlığım arttı, isyanım azaldı, azaldıkça kendi dünyamda düzeni ve dengemi buldum. Ağladım da, sebebim içimdeki kötü yalnızlık benden kopmayı istemiyor diye, ağladım yalnızlık terk ediyor ve yalnızlık seni kıskanıyor, çekemiyor diye, yalnızlık beni çok seviyor, o bana ben ona çok alışmıştım diye. Aslında o kadar sade ve güzel ki yalnızlık seninle olmak benim en sevdiğim yalnız olmak oldu. Yalnızım seninle ve aslolan yalnızlık buymuş, biriyle yalnız kalmak. 

Ben o güzel gözlerindeki pırıltı olmalıyım, daha çok parlatmalıyım o gözleri, güldürmeliyim, sevmeliyim, bunlar ne kadar zor şeyler biliyor musun benim için, ne kadar uzun zaman, ne kadar emek, ne kadar uğraş çünkü ben unuttum her şeyi, nasıldı sevmek diye sorsalar bilmem neydi diye soruyla karşılık verecek kadar acizdim.


Ben hala bir hırçın olabilirim, ağlayabilirim ama bil ki sevgili hepsi duvarlarım yıkılıyor diye, nedir deprem bilirsin, iyisini de kötüsünü de bu en iyisi ve en güzeli. 


Ölenler için çok üzülmem ben, ölürken çok acı çekmedikleri sürece, ölmeye geldik sonuçta sebebi belli ama bize nasıl olacağı söylenmeyen. Düşüncelerim içinde yüzüyorum ve diyorum ki o kadar mutluyum ki ölsem gam yemem, ne bir bebek sahip olmadığıma üzülürüm, ne de bu dünyadan gittiğime, ne de sensiz kalacağıma, çünkü içimde sen, ruhumda sen, bende sen ve biliyorum ki seven ben ve en çok sevilen ben. 













24 Mart 2014 Pazartesi

Nefis

BAŞLA!
Nerede durursa o rüzgar, nerede su olursa karlar, nerede nefsimin mevsimlerini engelleyemezsem o zaman BAŞLA!

Kocaman bir adam nasıl olur da gözlerinin içini çocuk sevinci gibi parlatır, güldüğünde göz kenarları çizgi çizgi yaşanmışlıkların verdiği izlerle doldurur, işte o benim ömrümdür.

Ömür beklerken bitmez, zamanın nasıl geçtiğini merak ediyorsan bugünde bitti ohh be diyebilmen gerekir.
Yastığa konulan baş, sabahki hedefe uyandırmalıdır seni. Nefesin tatlı bir endişeyle dolup taşmalıdır ciğerlerine. Suya atılan taşın yaydığı mükemmel halkaların bir parçası olman gerekir. Seni daha mükemmele, kıyıdaki ıslak, verimli toprağa sürüklemelidir. 

Kuzeye doğru gidiyorum, taşlardaki yosun izlerini, kutup yıldızını izliyorum, toprakları kokluyorum, dört mevsim nerede yağmur düşerse üstüme taa ki Alpin Çayıları'na kadar yol tepeceğim. Uzanıp, saçlarıma düşen yağmurların müziğini dinleyeceğim. Çayır gözlerinin alacalı yeşili olacak, ben tam ortasındaki bebek olacağım, hep göz bebeğinin içindeki ben ve mutlu olduğum, uzanıp yanında dinlendiğim yanın. 

Ne yorucudur yaşamak belki hiç seni olmayanı için, hiç amaç yokken yastığının serinliğinde yatan için. Ben ki huzurunda rahat ettiğim, dualarımla melodiler mırıldandığım seninle olmayı seviyorum.

Duyuyorsun, görüyorsun, biliyorsun, hafızan ateşler gibi kor, nefsin kör, ne savaşın var geçmişe dair, ne tereddütün geleceğin için. Netsin kendince ama ya söylemediklerin, söyleyemeyeceklerin, söylemediklerim ve söyleyemeyeceklerim? Ruha mühür atar zaman, o zaman ki dillendiremezsin içindekileri, kırılır diye.

Öyle masum ki insan istekleri kendince, ama ihtiyacı vardır ve sonuna kadar, olana kadar ister durur. İstediğindeyse hep faka basar. Basıldı mühüre de faka da, artık bir şey istemiyorum ben, sende isteme herşey olacak ta ki ne zaman istemediğimiz zaman.


Ben bir benim bütün insanlar gibi, meclisten içeri olanlar gibi nefsini tutamayanlar gibi...Seninle tutuyorum ve seni istemiyorum.






20 Ocak 2014 Pazartesi

Hıdır

Aşk var mı? Ben inanmam ona hemde hiç...

Ne zaman ki 13 kat asansörden çıkmadan önce beni sevdiğini söylemedin işte o zaman yine yalnız kaldım ve her katta 1'er sene daha yaşadım yapayalnız...

ilk sene kabuk bağladım yine, 4'te ben bir hiç olduğumu ve hiç olarak ölmem gerektiğini hatırladım..5'te inandığım varlığa yine benimle dalga geçtiğini düşünerek kendime ona inandığım için, onun dalgasını yaratmasına mahal verdiğim için isyan ettim, haykırdım neden beni yarattın diye.. 8'de ışık sönse ve korkudan sığındığım sen olsaydın da yok olmasaydın diye hayal kurdum, sessizce... 10'da atlatırsın üzülme, bu bir girdapsa, en fazla yine boğulacaksın ama ölmeyeceksin dedim kendi saflığıma.. 11'de uçurumdan atladı tüm organlarım, tıpkı başımı döndürmene izin verdiğim sana olan kifayetsiz sevgi gibi... 12'de daha geç değil derken 13. kata geldim...koca kapılar açıldı ve dünyaya tekrar döndüm güzellik uykusundan..

Sonra mesaj denilen bol uydulu, bol dijital, bol teknolojik bir haber geldi ve beni tekrar uyuttun ama içimdeki ben tekrar uyandı o 13 katta, 13 ayrı yılda, karamsar ve yalnız olmaya mahküm olduğunu düşündüren ben.

Yalnızlık Allah'a mahkumsa; aşk, sevgi, önemseme adı her neyse, insanları Allah'tan farklı kılan şey, insan bünyesiyle neden bu kadar acımasız oynar ki?

Sen belki hala uykundasındır ve hayal aleminin pembemsi yumuşaklığında dakikaların geçiyordur...ben 13 sene daha yaşlandım kendi paranoyam yüzünden. Bu kadar keskinleştirmeseydi hayat keşke beni, daha çok umursamaz ve daha az düşünür olsaydım en ince ayrıntılarını hayatın..Benim adım Hıdır işte o kadar..